Marine başvuruma bana göre üst düzey bir subaylık verildiği için şaşkındım bunun nedeni benim esas işim aşçılıktı tuğ generalin nasıl bir gayesi olmalıydı ki beni emir eri olarak yanına istemişti neyse bu o akdarda önemli değil..."Benim asıl görevim yapılması gerekeni yapmak, gerekirse savaşa bile girerim" dedim yanlışlıkla yüsek sesle annem şaşımış olacaktı...
Bu utancımın ardından babam ve annemle son bir kez daha vedalaştım.Annemin sulu gözlülüğü üstündeydi ancak benim içim rahattı onunkini de öyle olmasını beklerdim sonuçta üst düzey bir komutanın himayesi altında olucaktım.Biletim başvurumun cevaplandığı gün alınmıştı gemiye bindim ve annemlere son bir kez daha bakar gibi bakarak yeni hayatıma ilk adımı attım...
Ryugen krallığı hakkında bazı bilgilerim vardı adanın çok güzellikleriyle ilgili...
Gemiden indiğimde bu bilgileri doğrular bir güzellikle karşılaşmıştım.Ana karar gaha doğru gitmek istedim ancak karargah nerede bilmediğimden çevredekilere sormak için biraz göz atmak için şuursuz bir kaç adım attım.Çevremde kayıkla yolculuk eden insanlar, binaların altında dükkanlar ve köşe başlarında görevliler var...Yolda neredeyse tek insan benim denilebilirdi.Görüntünün sarhoşluğu yavaştan kaybolmaya başlıyor ve etkisi kalktıkça havanın nemini hissedebiliyorum... Neredeyse üstündeki üç beş parça kıyafeti yırtıp atmak isityorum ancak gömleğimin ilk üç düğmesini açmakda yeterli oluyor...
Nereye gidiceğimi bilemezcesine Dünya Hükumeti'nin görevlilerinden birisine nemin verdiği baskı ve karşımdaki askerin haşmetinin altında ezilmekle "Pardon acaba bakabilirmisiniz.. Ben Geçici Barış Gücü Ana Karargahına gitmeye çalışıyorumda nerede olduğunu söyleyebilirmisiniz?" diye seslendim...
Adam sana bakıp:"Ohoo genç adam sen çok yanlış gelmişsin. Burdan ters doön ilerle yüz bilemedin iki yüz hadi ben de bilemedim üç yüz metre ilerde bir kayıkçı var. Ona Geçici barış güçlerine katılacağını söylersen seni bir kayığıyla karargaha gönderir."diyerek yoluna devam ediyor.
-- Edited by Rayleigh on Friday 20th of July 2012 01:58:05 PM
Adamın söylediği doğrultud ayarım kilometre kadar ilerleyince ancak karşına bir kayıkçı çıkıyor. Dükkanın üzerinde "Matlajev Kayık ticareti-43. Bayii" Yazıyor. Adama yaklaşıp: "Pardon ben Geçici Barış Kuvvetleri Ana Karagahı'na gitmeye çalışıyorumda yardımcı olabilirmisiniz?" diyorsun. Adam Hükümete bağlı bir denizci olduğunu anlayınca seninle tanışıp konuşmaya çalışıyor. Kısa ve gereksiz bir sohbetin ardından içeriye sesleniyor içeriden çıka üç delikanlıdan birine seni karargaha götürmesini ve para almamasını tembihliyor. Seninle aynı yaşlarda olan delikanlı dükkan sahibinin sözlerinin üzerine hemen kayıklardan birine binerek seni beklemeye başlıyor.
-- Edited by Rayleigh on Friday 20th of July 2012 02:50:13 PM
Adamın söylediğini dinleyerek geriye döndüm çantamdaki tavalar ve tencerelerin şıkırdaması sanırsam dikkatleri üzerime çekmekte...Buna aldırmadan yürümeye devamettim ancak şıkırtıların yanında ağırlıklarıda yavaştan belimi bükmeye başlamıştı derken, kayıkçıyı görür gibi oluyorum tabi bu adamın bahsettiği adamsa.Kayıkçıya yaklaşıp "Pardon ben Geçici Barış Kuvvetleri Ana Karagahı'na gitmeye çalışıyorumda yardımcı olabilirmisiniz?"
Dükkan sahibinin bu hoş görülü davranışı beni biraz da olsa şoke etmişti açıkçası ona teşşekür edip kayığa biniyorum.Yolda giderken delikanlılara "Dükkandaki adam hakkında biraz bilgi verebilrimisiniz acaba neden benden para almadı ve donanmadan olduğumu duyunca benimle farklı bir şekilde ilgilenmeye başladı?"
RP-out: Kayıkta seninle beraber tek delikanlı var.
RP-in: Kayığı süren gence dükkan sahibinin bu jestini soruyorsun. Genç adam bir yandan kayığı sürerken diğer yandan sana cevap veriyor: "Efendim dükkan sahibinin adı: Bilya'dır emekli bir doktordur şimdi bu dükkanı işletiyor. Dükkanın asıl sahibi Matlajev-san'dır. O ülkenin en zenginlerinden biridir; Ve tüm ülkede kayıkçılık işlerini yürütür. Matlajev-san Marinenin üst rütbeli yetkilileriyle çok yakın temasta bir adam olduğu için tüm bayiilerine denizcilere karşı iyi davranılmasını emretti."
Tek bir kişinin koca ülkedeki kayıkçılık sektörünü elinde tutması bana ilginç gelmişti.Kendimi aklıma takılan soruları sormaktan alamadım...Delikanlıya döndüm "Tek bir kişinin yönetmesi epey bir ilginç geldi bana merak ediyorum da bize ücretsiz olan kayıklar halk için nasıl bir sevide ve karargahın bulunduğu yeri anlatabilirmisinz acaba?"
"Karargah Şehrin en güzel yerindedir. Meydanın tam ortasında. Büyük ve şaşalı bir bina birazdan görebilirsiniz. kayık ücretleri ise mesafeye göre değişir. Ama ortalama kısa mesafelerde 10 000 beli ile 30 000 beli arası. Uzun mesafelerde ise 200 000 Beli dahi bulduğu oluyor yani tuzlu para."
200.000 beli ne kadar fazla bir ücret diye düşünmeden edemiyordum.Adanın girişi başlı başına bir cennet gibi duruyordu acaba en güzel yeri nasıl olabilirdi, ancak gerçek bir cennet olabilir derken burnundan bir kaç damla kan gelmeye başladı ve ardından "HURİLEEEEEEEEEEEEER!" dedim gözüm dömüş bir şekilde teknede...Ben kendimden geçtiğim sırada çoktan karadahın girişine gelmiştik bile karargahın görünümü... Kendimden ne kadar geçmiş olsamda adada ki ulaşım fiyatları ve bu taşımayı sağlayan tekelin donanama ile geniş banttan arkadaşlığı ve aynı zamanda bir tuğ amiralin bu tip cennet gibi bir adada olması bana çok ilginç gelmişti tam ciddileşicem derken bir anda yine içimden "HUUUUURİİİİLEEEEEEEEEEEEER" diye bağırarak zıplamak geldi.
İçinden gelen zıplama isteği bir anda gerçekleşiyor ve yerinde zıplamanla kayıkçıya ne olduğunu soruyorsun. Kayığı süren delikanlı sana arkanı işaret ediyor ve döndüğünde arkanda etrafı su yollarıyla çevrilmiş şehir meydanı var. Bu suyollarından birinin kenarındasın ve kayıkçı sana selam veriyor. Zarifçe indiğin kayıktan meydana giriyorsun. Çok geniş bir meydan olan ryugen meydanının en sonunda altın yol dedikleri saraya giden yol var ve tam ortasında da Büyük Marine karargahı. Geçici bir karargah olmasına rağmen ülkenin en güzel yerlerinden birini işgal eden karargaha bakıp öylece güzelliğini seyrediyorsun.
Kesinlikle mükemmel bir yer ya çok şanslıyım yada başıma bir gelecek var...Her neyse içeri girip ne tam olarak konumumun gerektirdiği bilgileri almam gerekli.Yavaş adımlarla içeri giriyorum çantamdaki tavaların şıngır-daması tüm dikkatleri üzerime toplayacak şekilde.Sesi bastırmak için adımlarımı dahada yavaşlatıyorum ve ilk önüme gelen subaya "Merhaba!, ben yeni geldimde giriş işlemlerimi nereden yapabilirim acaba?"diye soruyorum içten bir gülümseme ile...
Seni kaptanın odasına yönlendiriyorlar. İçeri girmek için kapıyı çalıyorsun kaptan gir dediğinde girip oturuyorsun. Adama belgelerini verdiğinde adam yavaşça resmi işlemleri yapmaya başlıyor bu sırada senin için sanki saniyeler geçmiyormuş gibi geliyor
İstemsizce ayağımı yukarı aşağı yapmaya başlıyorum, parmaklarımı da birbiri üstüne koyup geri çekiyorum.Eminim ki sıkıldığım dışarıdan bakılınca çok belli oluyordur.Kaptana dönüp "Acaba siz işlemlere devam ederken bende Komuta Merkezini gezebilirmiyim acaba?" diyorum sıkılmış ve umutsuz bir ses ile...
Kendi kendine biraz mırıldanan kaptan: "Tamam tamam bitti işte belgelerde kalıcağın oda ve büron yazıyor. Sadece Tuğamiralin işleriyle ilgileneceksin. Şimdi çıkıp istediğin yeri gezebilirsin." diyor. Lafını bitirdikten sonra adam seni umursamadan işlerine dönüyor ve sen yokmuşsun gibi çalışmaya devam ediyor.
Beni umursamaması biraz rahatsız ediciydi.Odadan seri adımlarla ve sıkıntılı bir biçimde çıktım.Sanki yıllardır görev aldığım karargah gibi kendimden emin bir şekilde gösterişli geniş adımlarla dışarı çıktım.Karagahta pek fazla kız denizci görünmüyordu tabii olması gerektiği gibi ancak etrafa ve insanlara bakmaktan kaybolmuştum denilebilir hatta kaybolmuştum..."Ben neredeyim" diye bağırdım kendi kendime elimdeki kağıtlara bakarak...
-- Edited by FrankDye on Tuesday 24th of July 2012 07:41:21 PM
Etrafta gezinen boş beleş insanlardan birini çağırıp kağıtlarını gösteriyorsun. Eleman seni Odana kadar götürüyor. Kapını dosyanın içindeki anahtarla açıyorsun. İçeri girerken seni getiren eleman kapının dışından sana büronun bu odanın üst katında olduğunu söylüyor. Kapıyı kapatıp içeri giriyorsun. Eşyalarını odana yerleştirmeye başlamadan önce şöyle bir göz attığında. Odanda bir çalışma masası ve başında bir sandelye sol tarafa konulmuş; hemen karşısında satarafta tek kişilik bir yatak var. Odanın diğer ucunda duvara dayanmış olan bu ikisinin dışında odada İki dolap ve kapını sağında bir askılık var. Odanın yerini iyice aklına kazımaya çalışıyorsun. Üç katlı karargahın ikinci katında ve Merdivenin hemen sağındaki oda. Ve büronda buun hemen üst katıydı. Peki mutfak neredeydi acaba diye düşünüp Eşyalarını yerleştirmeye başlıyorsun
Eşyalarımı yerleştirdikten sonra boş boş dışarı bakmaya başladım.Bıçak setimi parlatmak için çalışma masasının üstüne koydum yavaş yavaş parlatırken, "Acaba bürom nasıl?Tuğamiral gelmeden önce yarım kalmış halledilmesi gereken bir şey varmıdır ve mutfak nerede ben aşçıyım, aşçı!" dedim kendi kendime."Keşke o adama mutfak nerede de deseydim..."diye hayıflanmaya başladım.Yavaştan acıkmıştım da anahtarımı cebime koydum bıçak setimi koltuğumun altına aldım; solda merdivenlerden üçüncü kata çıktım, sağdaki odanın bürom olduğu söylenmişti bende rahat bir şekilde içeri girdim...
Büronda genişlik olarak odanla aynı büyüklükteydi fakat burada mir Makam koltuğu ve masa; Önündede sandalyeler vardı. Masanın yanında duvara gömülmüş bir dolap ve kapının sağındada bir askılık... Sen içeri girerken bir marine askeride içeri girip seni aradığını ve kıyafetlerini getirdiğini söylüyor sandalyelerden birine denizci kıyafetlerini bırakıp çıktığında. Artık tam bir marine olduğunu düşünüyorsun.
Kıyafetlere iyice bir bakıyorum hiç bir farkı yok diğerlerinden...Bu biraz can sıkıcı çünkü hem aşçı hemde marine olurken bile diğerlerinden farklı olmayı amaçlamıştım derken bir anda midem yine guruldamaya başlıyor.Ofiste evrakları bir süre karıştırdıktan sonra yine kendi kendime hayıflanmaya başladım "Keşke...Keşke şu mutfağın yerini sorsaydım..."dedim kısık bir sesle.Ofisten kıyafetimi sırtıma atıp, komutanımı ve mutfağı aramak için gezinemeye başladım üçüncü katta...
üçüncü katta bir süre dolanıp mutfağı arıyorsun. Gezerken insanların çok soğuk ve birbirine ilgisiz olduğunu fark ediyorsun. Seni gören çoğu kişi üzerinde sivil kıyafet olduğu için burada ne işin var dercesine bakışlar atıyor ama hiç biri yanına gelip sana bunu sormuyor. Seni tanıyan birkaç marine ise hızla selam verip işlerine devam ediyorlar. Bir süre daha aradıktan sonra erlerden birine mutfağın yerini soruyorsun. Sana mutfağın birinci katta bulunduğunu söylüyor. Tekrar aşağıya inip mutfağa gidiyorsun. Mutfağa giren kapıyı açtığında bir kat kadar daha aşağıya inen bir merdiven var merdivenin sonunda iki kapıva biri depo diğeri ise mutfak... Mutfaktan içeri girince pek de geniş sayılmayan bir mutfakla karşılaşıyorsun. aralıklı dört masa var ve karşıdada uzun bir tezgah; üç dört kadar aşçı tezgahta çalışıyor ve başlarında yüz elli kiloluk bir şef var.
Şef olarak düşündüğüm şişman adama doğru yaklaştım "Pardon ben buraya tuğamiralin emir subayı olarak gelmiştim ancak, esasında ben bir aşçıyım...Bu konu hakkında acaba bir bilginiz var mı?" diye sordum ürkek bir sesle...
Şişman şef önündeki işle ilgilenirken arkasından yaklaşarak kibarca konuşuyorsun: "Pardon ben buraya tuğamiralin emir subayı olarak gelmiştim ancak, esasında ben bir aşçıyım..." Sen daha sorunu soramadan Şef cevap veriyor: "Aferin" ve hiç ara vermediği işiyle ilgilenmeye devam ediyor. Bunu üzerine "Bu konu hakkında acaba bir bilginiz var mı?" Diye soruyorsun. Hala sana arkası dönük olan ilgisiz şef: "Hayır." Diye cevap verip masaya geçiyor orada az önce soyduğu sebzeleri ezmeye başlıyor.
Şişman şefin bu kadar ilgisiz olması bana diğer insanları hatırlattı sanki hepsi bir birinin aynısıydı sadece farklı kalıpdalardaydı ; fakat azmimi kaybetmemeye çalışarak neşeli bir ifadeyle şefe yine seslendim "Acaba mutfağınızı kullanmamın bir sakıncası var mı?" bu soruyu ilk kez sorduğum zaman geldi aklıma... Daha on yaşındaydım geldiğim kasabada eski bir marine aşçısı olan bir adam vardı yaptığı köri soslu tavuk yiyebileceğimiz en iyi yemekti kasabada.Bende annemden bana o yemeği bana öğretmesini söylemiştim.Gülümseyerek kabul etmişti, ancak ben sadece meyveyi sebzeyi soyuyordum hatta ilk elime bıçak aldığımda patatesin yarısını koparmıştım denilebilir.Yaptığım köri yenilebilirdi ancak beklediğim gibi olmayınca sıcak tencereyi elim yana yana çöpe dökmüştüm hatta bazı izler kaldı bile...Bir kaç denemden sonra bir şeyin değişmediğini görmüştüm babam çok garip bir şekilde ben ne zaman yemeği döksem bir kahkaha patlatırdı kalın sesiyle.Bir gün ben yine yemeği dökerken yanıma geldi "Bazı aşçıların sırları vardır, onları öğrenmek için mutfaklarında olman gerekir..." demişti.Annemden para isteyip yemeğe gitmiştim yaşlı adamın dükkanına, adam bana "Ne istersin,z genç beyefendi?" dediğinde parayı verip mutfağına daldım ve kendi kendime köri yapmaya başlamıştım adam durduğu yerde gülerek beni izlemişti... Bir an için duygusallaşmıştım, bu tip durumlarda genelde sigara içerdim belli etmemek için...Bu duraksamanın ardından "Çok acıktım da."dedim lafı geveleyerek, güler bir yüzle...
Adam bu sorun üzerine sana doğru bakıyor: "Ne istersen yap ama benim işime karışmadığın sürece." diye istediğin izni veriyor. Sonra söylene söylene mutfaktan çıkıp deponun olduğu kısma gidiyor.
İyi bir aşçı olarak önce temizlik gerekliydi ellerimi yıkadıktan sonra bende depoya gittim büyükçe bir antrikot kestim.Beş altı tane domates, bir iki tane soğaranı alıp mutfaktaki tezgaha geçtim eti ve sebzeleri yıkadıktan sonra bir tava ve yağ aldım yemeğimi yapmaya başladım...
Yemeği yapmaya başladığında çalışanların bir kısmı seni izlemeye başlıyorlar. Hatta bazıları tavanın başında toplanmış ve işlerini bırakmış durumdalar. O sıra da içeriye tekrar ellerinde malzemelerle şef geliyor. Onu fark eden bir kaç kişi hemen koşup ellerindekileri alıyor. sizin yanınıza geldiğinde ise bir kaç kişiyi azarlaması gerekiyor ki işlerinin başına dönsünler. Sonra oda kendi yemeğiyle uğraşmaya başladı ama bir yandan da fısıltıyla söyleniyor: "Daha gelir gelmez mutfağa saldırdı, İşimiz yokmuş gibi bir de bununla uğraşacağız." Akşam ki yemek için iki çuval patates getiren şef masalardan birine kurulup çay içmeye başlıyor.
Etraftakilerin bakışlarına aldırmadan ben işimi yapmaya devam ediyorum yemeğimi tamamladığımda ise tabağa koyup şefe teşekkür amacıyla onada birazını atırıyorum.Tabağa desen vermek için çeşitli sebze ve meyveleri kullanarak güzel bir görünüm verdiğimi düşündüğüm tabakların birisini şefe teşekkür amacıyla verip bir köşede kendi yemeğimi yiyorum...
Şefe bıraktığın yemek şefin ilgisini çekiyor. Ve yardımcısını işin başında bırakıp yemeği tatmaya başlıyor. Bir kaç kaşık sonra tabağıyla birlikte dışarı çıkıyor. Adamın önüne koyduğun yemek gerçekten onu mutlu etmişti. Bu ince davranışın için kendinle gurur duyuyorsun. Sen de yemeğini yemeye başlamıştın, güzel ve sevdiğin bir yemekti bu... Biraz yedikten sonra Şef tekrar mutfağa giriyor ama bu sefer gülümseyerek yanına geliyor ve elindeki kavanozu sana uzatıyor. "Bunu kullan. Bu eksikliği kapatacaktır." Adamın gülümseyerek gelmesi seni çok şaşırtıyor. Bu şaşkınlık içinde uzattığı kavanozu açıp işinden yarım tutam kadar baharat alıyorsun tabağına hafifçe serperken. içinden "Ne eksikliği?" Diye geçirmiştin. Ama yemeğinin tadına tekrar baktığın an bu düşünce uçup gidiyor. Gerçekten de sanki eski halinde bir eksiklik varmışta onu kapatmış gibi hissediyorsun. Kavanozda duran baharata tekrar bakıyorsun. Ne tam olarak toz edilmiş ne de hala ot haline yeşil ve kırmızı renklerin ikisini de barındıran bir karışım gibiydi adeta.. Bu baharatı bu güne kadar hiç görmemiştin.. Ve şefin bu hareketi ile ilk kez bu karargahta birileri sana gülümsemeye başlıyor.
Baharat beklenmedik bir yapıştırıcı etkisindeydi...Aradaki boşlukları doldurmuştu.Acaba içinde ne vardı diye düşünmekten alı koyamıyordu insan kendini...Şefin gülümseyişini bir işaret olarak algılayarak kendimi tanıtmak için ayağa kalktım "Ben Frank Dye Jr., efendim sizinle çalışmak benim için büyük bir onur!" dedim ardından eskisine oranla ksıık bir sesle "cürretkarlığımı bağışlanyın...Bir aşçıdan sırlarını kullnadıklarını istemek belki yanlış görünebilir ancak acaba baharatı nasıl ede ettiğini anlatırmısınız...." diye sordum.
Aşçı sana bir iki saniye baktıktan sonra yüzünü dev bir gülümseme alıyor: "Saygılı ve temiz bir marine subayı ha?" Masana oturup tarifi vermeye başlıyor "1.5 çay kaşığı toz kırmızı biber lazım önce fakat acı olmamalı 1 çay kaşığı sarımsak tozu ve 1 çay kaşığı soğan tozu ekleyip karıştıracaksın. Sonra acısından Yarım çay kaşığı kırmızı biber ekleyebilirsin. Eğer acı olsun istersen bir çay kaşığı da olabilir. Biberler bu tarif için önemlidir. birer çay kaşığı karabiber ve beyaz biber ekleyerek biberleri tamamlayacaksın. Bu beyaz biber dediğim karabiber çekirdeğinin iç kısmından elde edilir. yemekteki hafif tarçık katılmış tadını veren odur. Ah bir de bu biberi balıklara kullanmalısın harika oluyor. Neyse tarife devam edeyim 3 çay kaşığı kuru mercanköşk ekleyeceksin ama hiç karıştırmadan üstüne yarım çay kaşığı kuru kekik ilave edeceksin sonra karıştırabilirsin. Tabii bu birim tarifi sen bu sayıları istediğin kadar arttırabilirsin sonra bunları bir kavanoza koy iki gün beklet. Yemeklerdeki farkı hissedeceksin." Adamla daha sonra saatlerce yemekler hakkında sohbet ediyorsun. Şef bu karargahta sohbet ettiğin tek kişi oluyor. iki günü bu şekilde sohbet ederek geçiriyorsunuz. İki gün boyunca gününün büyük kısmı yemekhanede geçmiş ve Emily Bilson'ın gelmesine bir gün kalmıştı
Şefin benle bu denli ilgilenmesi gururumu okşamıştı ve beni çok mutlu etmişti ancak bir kaç soru hala aklımda süre geliyordu.Bu soruları şefle olan klasikleşmiş bir konuşmada araya sıkıştırmaya çabaladım "Acaba yuğamiral beni neden yanına yardımcı olarak istedi?" diye mırıldandım laf arasında.